27 Mayıs 2012 Pazar

a gothic romance, farewell, eroticism or whatever.

White on white translucent black capes
Back on the rack
Bela Lugosi's dead.



 hiç gitmek gelmiyor içimden biliyorsun değil mi?
bakma bana öyle dolmak üzere olan gözlerle
kısa süre sonra döneceğimi ikimiz de biliyoruz zaten.

senle ben zaman bükücü değil miyiz ya hani?
hani vakit çok çok farklı akıyor ya olduğundan,
birlikteyken..


 The bats have left the bell tower
The victims have been bled
Red velvet lines the black box
Bela Lugosi's dead
  

 
gözlerin birer kıymetli yeşil taş 



 Undead undead undead.


dışarıda yağmur yağıyor



 The virginal brides file past his tomb
Strewn with time's dead flowers
Bereft in deathly bloom
Alone in a darkened room
The count
Bela Lugosi's dead.



sivri sivri kulelerde bekliyorum
gelip beni kurtarman için
kirpiklerimden kumlar savruluyor
deniz kokusuyla..


  Undead undead undead!!!


gözlerimi kapatıyorum bir süreliğine
her şey yeşile dönüşüyor
yeşil taşlar yeşil yılanlar su yılanları nehirler kurbağalar
kabarıp patlıyorum zerrelerce saçılıyorum ortalığa
yüzüne bulaşıyorum
içiyorsun sen de beni
kokluyorsun
"gözlerindeki ifadeyi seviyorum" diyorsun

kızıl birer kadeh yansıması olup gölgelerde oynaşıyoruz
gecenin içinde kahkahalarımız dans ediyor


 bela'nın sonsuzluğa karıştığını fark ediyoruz.



16 Mayıs 2012 Çarşamba

gece "saçmalağı"



uzuvların vardı,
her biri temiz bir beyazlıkta,
sonra boynun,
ellerin,
kulakların,
burnunun ucundan öpmeyi seviyordum.
sana şarkılar söylüyordum
olur olmadık her yerde.
yanaklarını ısırıyordum delice,
gözlerine bakıp kalıyordum.

sonra bir şey oldu bir gün;
açımlanamayan bir şey.
her şey toz bulutu halinde savruldu dört yana.
gözlerinin yerinde anlamsız nehirler doldu taştı.
bedenin sanki bir rüya alemindenmişcesine
bulanık ve belirsizdi.
hafif ürpertilerle dalgalanıyor gibiydi.

sonradan anlamıştım bir şeyleri.
bir şeylerin yerinde olmadığını;
olması gereken yerde...   

arkama dönüp baktım,
gitmek kolaydı ama dönmek bazen hiç olmaz.
imkansızdır.
namünasiptir.

olan olmuş biten bitmişti.
silahlarımı doldurdum,
ama arkadaşlarım yoktu.
ve evet kaybetmek ve rol yapmak eğlencelidir.

usanmıştım,
avuçlarımın arasından kayıp gidiyordun.
gözlerin artık beni görmüyordu.
toz olmuştum,
is olmuştum,
organik madde olup toprağa karışmıştım,
üzerime asit yağıyordu
ama sen bilmiyordun.

bilmiyordun yok oluşumu.

çünkü şair'in de dediği gibi:

"sen olmadığın vakit ben de olmuyorum..." 
  



13 Mayıs 2012 Pazar

julie london sevilmez mi ?







pazar sabahı
güneş gözlerinden yansıyor
uykulu bir yüz
bana gülümseyen

pazar sabahı
hiçbir şey yapmamak için bolca zaman
seninle geçirmek için bolca zaman
pazar sabahında

sokaklar çok sessiz 
yürüyüp giden ayakların sesini duyabiliyoruz
ben kahveyi hazırlıyorum
bir - iki fincan içeriz diye
ve diğer insanların yaptığını yapıyoruz
bu pazar sabahında

pazar gününü seviyorum,pazar sabahlarını...

hadi gelip beni kollarına al
seni seviyorum
her şey yolunda
bu pazar sabahında 
her şey 
yolunda... 


 *Julie London, Amerikalı oyuncu ve Jazz şarkıcısıdır.
50li ve 60lı yıllarda ünlenmiştir. Nefis sesi ve şarkıları dışında aynı zamanda pin-up kızıydı.