rıhtıma indim seni vapurdan alıp karşılamak için.her zamanki gülümseyişini giymiştin üzerine.ışıl ışıldın.sarılıp,öptüm.
sonra güzel bir köşe bulduk kendimize.oturduk.kediler peşimizi bırakmıyordu.ekmek arası balığımızdan pay almak,nemalanmak istiyorlardı.birini sevmek istedin.yırtıcı bir kadın gibi geri tepti seni.ama bu seni yıldırmadı.
ardından deniz kenarına attık kendimizi.birer fincan kahve döküp,sigara söndürüyorduk eski kötü anılarımızın üzerine.benim travmalarım vardı sadece sana anlattığım.senin heveslerin,başarıların vardı benimle paylaşırken gözlerini parlatan.havadan sudan konuşarak akşamı getirdik,güneşi batırmak üzereydik.
deniz kenarındaki kayalar paklardı bizi.üstlerine çıkıp birer sigara daha...hatta sen sigaralardan birini sonsuz bir uçuruma yuvarladın.bu bizi baya neşelendirmişti.kahkahalarla güldük.dakikalarca.
zaten seninle üzerine anıra anıra güleceğimiz,saçmalayacağımız tonla şey var ya,hani sen de bilirsin.illa bir şeyler bizi gülme krizine sokar yolun orta yerinde...
bir ağaç bulduk kendimize altına oturup soluklanacak.çimlere yayıldık,üstlerine köpeklerin işeyip işemediğini umursamaksızın..sen kucağıma yattın.saçlarınla oynadım oynadım ve oynadım..sanki sen düşler ülkesindeki bay Alice'imdin benim.ya da herhangi bir peri masalındaki prens.beyaz yüzlü prens.kirpiklerin sanki olduklarından daha uzundu.suratının aklığından göz kapaklarındaki damarlar belli oluyordu hafifçe.bana roman kahramanlarını hatırlatıyordun.soyluları,şövalyeleri,silahşörleri ve kraliyet kanından olanları...
yüzünü ellerimin arasına alıp seviyordum.zaman öyle hızlı koşuyordu ki..biraz soğuk oldu hava.kalktık.yürümeye başladık.
"parmaklıklara dokunmayın.yeni boyandı."tabelası okunuyordu.onlara değmemeye çalışarak sarktık denize doğru.belime sarıldın.
suda denizanaları yüzüyordu...
12 Nisan 2012 Perşembe
11 Nisan 2012 Çarşamba
tanrılar/yeni yaratıklar
"Çoktandır bir eşmişcesine
görünmeyen,sert,dağınık
kanunsuz,geniş ve isteksiz
bir gözyaşı krallığıydı o kadın
şehvet düşkünü itaatkâr erkekler lejyonunun."
genel kanının aksine Jim Morrison,sadece bir rock star ve asi gençliğin bir ikonu değil aynı zamanda bir şairdi.
hayır ,zeka düzeyinin 149 olması değil mesele.sürekli okuyan,kendini geliştiren ve sınırları zorlayan biri.Baudelaire,Rimbaud ve Nietzsche ve daha pek çoklarını okuyup,bunlara kafası basan biri her şeyden önce.sinema bölümünde okuyor fakat bitirme projesi için çektiği filme puan olarak D verilince,diplomasını almaya gitmeyecek kadar da cool ve aykırı bir adam...
ve sonra The Doors çıkıyor meydana.algının kapılarına istinaden.hani Aldous Huxley falan.
"Otoriteye başkaldırı küçüklükten beri ilgimi çekmiştir.Otoriteyi kabullenirsen onun bir parçası olursun.Otoriteyi ve kurulu düzeni yıkmakla ilgili tüm fikirler hoşuma gider;başkaldırı,kargaşa,kaos ve hiçbir anlamı yokmuş gibi görünen olaylar..."
ve Jim'in sonunu getiren de yine bu merak ve ilgi olmuştur.
"Diyelim ki sadece gerçekliğin sınırlarını deniyordum.Neler olacağını merak ettim.Hepsi bu: Sadece merak."
Jim Morrison, 1969
7 Nisan 2012 Cumartesi
bir tutam bukowski
Sanırım her zaman kendimize acı
çektirmek isteyeceğimiz bir şeyler var.Hipodromda diğer
insanların duygularını hissedersin,çaresiz karanlığı,ve nasıl
da pes edip gittiklerini.Hipodrom kalabalığı bir bedene
indirilmiş dünya,ölüm ve kaybetmeyle ezip ufalayan
hayattır.Sonuçta kimse kazanmaz,göz kamaştırıcı parıltıdan
uzakta bir dakikalığına sadece cezamızın gecikmesini
bekleriz.(kahretsin,bu amaçsızlığın üzerine düşüncelere
dalarken,sigaramın yanık ucu parmağıma çarptı.Bu beni
uyandırıp,Sartre havasından çıkardı!)Kahrolası,bizim mizaha
ihtiyacımız var,gülmeye.Eskiden daha çok gülerdim,yazmak dışında
her şeyi daha çok yapardım.Şimdi,yazıyorum,yazıyorum ve
yazıyorum,yaşlandıkça daha çok yazıyorum ölümle dans
ederek.Ne şov ama.Bence fena değil.Bir gün “Bukowski
ölmüş”,diyecekler ve ben gerçekten keşfedileceğim ve kokuşmuş
parlak elektrik direklerinden sarkıtılacağım.Ne olmuş
yani?Ölümsüzlük yaşayanların aptalca bir icadı.Hipodromların
ne yaptığını görebiliyor musun?Bu döngüyü devam
ettiriyor.Şimşek ve şans.Son mavi kuş şarkısını
söylüyor.Söylediğim herhangi bir şey kulağa hoş geliyor çünkü
ben yazarken kumar oynuyorum.Çok fazlalar,çok
dikkatliler.Çalışıyor,öğretiyor ve başarısız
oluyorlar.Gelenek onları ateşlerinden soyup çıkarıyor.Şimdi
daha iyi hissediyorum,burada 2.katta Macintosh bilgisayarımla.O
benim dostum.Ve radyoda Mahler çalıyor,rahatça akıp gidiyor
birinin bazı zamanlar ihtiyaç duyacağı riskleri alarak.Sonra
sesin tizleşmesiyle kendinden geçirip,coşturuyor
insanı.Teşekkürler Mahler,senden ödünç alıyorum ve sana asla
borcumu ödeyemem.
Burada küçük bir balkon var,kapı
açık ve Harbor Otobanı'nda güneye giden arabaların ışıklarını
görebiliyorum,asla durmuyorlar,hiç bitmek bilmeyen ışık
akışı.Bütün o insanlar.Ne yaparlar?Ne düşünürler?Hepimiz
öleceğiz,hepimiz,ne sirk!Bu bile tek başına birbirimizi sevmemizi
sağlamalı ama yapmıyor.Saçma şeyler bizi dehşete
düşürüyor,dümdüz ediyor,hiçlik tarafından yiyip
bitiriliyoruz.Devam et,Mahler! Geceyi harikulade kıldın.Durma seni
orospu çocuğu! Durma!
Ölüm hakkında ,bir çiçeğin
büyümesi hakkında olandan daha fazla kederlenecek hiçbir şey
yok.Korkunç olan ölüm değil insanların yaşadığı hayat ya da
ölene kadar hayatın tadını çıkarmamaları.Kendi hayatlarına
saygı göstermiyorlar,üzerine işiyorlar.Sıçıp
batırıyorlar.Sersem herifler.Düzüşmeye,filmlere,paraya,aileye
,becermeye çok fazla yoğunlaşıyorlar.Akılları pamukla
dolu.Tanrı'ya düşünmeden inanıyorlar,ülkeye düşünmeden
inanıyorlar.Çok geçmeden nasıl düşünüleceğini
unutuyorlar,başkalarının onlar adına düşünmesine izin
veriyolar.Beyinleri pamukla dolu.Çirkin görünüyorlar,çirkin
konuşuyorlar,yürüyüşleri bile çirkin.Onlara yüzyılların en
iyi müziğini çalın,duymazlar.Çoğu insanın ölümü
yalandan.Uğruna ölecek hiç bir şey kalmadı.görüyorsunuz
ya,atlara ihtiyacım var,espri yeteneğimi kaybettim.Ölümün
katlanamayacağı tek şey sizin ona gülmenizdir.Gerçek kahkaha en
büyük anlaşmazlıkları kıçından vurur.3 ya da 4 haftadır
gülmedim.Bir şey beni diri diri yiyor.Kendimi tırmalıyorum,kıvrılıp
büküyorum,etrafıma bakınıyorum,anlamaya çalışıyorum.Avcı
zeki.Onu göremezsin.Her kim olduğunu.
not:bunlar yazarın "The captain is out to lunch and the sailors have taken over the ship" adlı eserinin kendi çevirdiğim bir kısmıdır.
5 Nisan 2012 Perşembe
söylenmesi gerekenler
şu el değmemiş çocukluğumuz, aşkımız ve ruhumuz..
sen,ben ve biz bir sabah çıktık yola,
dağ başlarından halliceydik aslında yalnızlıkta.
sen bir elimden tuttun,
ben gözlerini öptüm.
saçlarımı taradın,
kokladın beni
tepeden tırnağa..
elbiselerimiz vardı,
buruştular.
üzerine kan rengi meyvelerin özünü sıçrattık
ulu ağaçlara tırmanırken.
cam gözlü göğe inat birbirimizi kovalıyorduk
güneşte parlayan saç tellerimizle birlikte.
ağızlarımız değil kahkalarımız konuşuyordu
ve böyle anlaşıyorduk kendi dilimizce.
avuçlarından ben sızıyordum,
damla damla akıyordum senin için.
başımı döndürüyordun.
ruhumu senin için,
hatta belki; sırf "o an" için satabilirdim.
her şeyimdin.
her şeyimsin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)