alex'in maceraları başlıyor...
cebinden bir dal lucky çıkarıp, üzerinde ağzında yılan tutan bir kartal kabartması olan zipposuyla yaktı. köşeyi dönerken, sırtındaki siyah uzun deri pardesüyle bütün ihtişamı ve karizması yerindeydi. parlak yeşil gözleri siyah john lennon gözlüğünün arkasında keskin zekasını saklayamayacak halde kendini belli ediyordu. uzun boyu ve yapılı vücuduyla tavlayamayacağı hatun yok gibiydi Alex'in. üstelik dış görünüşünden daha fazla şeye sahipti bunun için. örneğin kurnaz bir adet beyin, cesur bir yürek ve ölümsüz ve kendi savaşına adanmış bir yaşam...
ceketinin eteklerini savurarak köşeyi döndüğünde artık yaşadığı şehirde hiçbir şey eskisi gibi değildi. her an her saat kesif ve uğursuz bir karanlık şehrin üstünde ceset kokusu gibi yapışıp kalmıştı. insanlar, ki zaten normal insanlar bir avuçtular, nadiren dışarı çıkıyor ve hızlıca işlerini halledip evlerine kaçarcasına giderek saklanıyorlardı. gerçekten de dünya değişmişti. belki de 3. dünya savaşından sonra her şey kopma noktasına gelmişti. belki de o korkunç kimyasal deneyler ve silahlanmalar hiç başlatılmamalıydı. ama sebep her ne ise artık çok çok çok geçti...
kahramanımıza gelince, en başta dediğimiz gibi bireysel savaşını kazanmak için kendini sürekli geliştiriyor ve uygun anı kolluyordu. onun amacı geride kalan bir avuç boktan insanı kurtarmak değil sadece geçmişteki bir yaraya sebep olan kişi ve kişilerden intikam almaktı. onların kafalarını gövdelerinden ayırmadan huzur bulmayacaktı ruhu.
bir an düşüncelerinden sıyrılıp, kısacık siyah saçları olan kadını üzerinden attı. yatağın en kenarına sığınırcasına yuvarladı kendi bedenini. kadının parfümü midesini bulandırmıştı. onunla az önce seviştiğine inanamıyordu. şimdi onun ince, neredeyse birer çizgi oluşturan incecik dudakları çok itici geliyordu:
"git artık"
derken, gerçekten de gözleri kimseyi görecek durumda değildi. kısa saçlı kadın kabullenmiş ve sessiz bir şekilde odadan çıktı.
artık kimseyi sevemiyordu. yüreğine, beynine ve ruhuna açılan o yaradan sonra artık gözü hiçbir kadını görmüyor, elleri hissetmiyor burnu kokularını güzel bulmuyordu. aşk ve her şey, hayat ve mutluluk her şey ama her şey "o"nunla birlikte yitip gitmişti. ölmüştü. aşk ölmüştü. kalbi ölüydü ve soğuktu. cesurluğuna rağmen acımasızlığı artmıştı. bütün gücünü ve dayanıklılığını, verdiği yemin ve alacağı intikam üzerine yoğunlaştırmıştı.
sanki bir makine haline gelmişti.
...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder